Son zamanlarda Instagram’da denk geldiğim bir gönderi beni fazlasıyla düşündürdü. Oldukça popüler olan “clean girl” akımını eleştiren bu gönderi, akımın sürekli olarak bir standart dayattığından bahsediyor ve “Bedenlerimizi Akımlaştırmayın!” diyordu.* Bu blog yazısını tam da bu içerikten ilham alarak yazdım. Sayfa sayfa rutinler oluşturan, hepsini tablolarla düzenleyen ben; biraz durup kendi içime bakmak, biraz da iç sesimizde bir yer bulur umuduyla bir Pazar oturmasında içimi dökmek istedim.
Normalleşen gündemimiz, kadın bedeni ve zihnini mükemmellik tuzağı ile stres altına sokmak, performans kaygısı yaratmak ve kadınlar arasındaki rekabeti arttırmak üzerine kurulu. Rutinler oluşturmak, bu rutinlere uymaya çalışmak ve en sonunda kimin rutini “daha iyi” bunu yarıştırmak ve eğer rutinlerimiz bozulursa kontrolü kaybettiğimizi düşünüp kendimizi bunalıma sürüklemek..
Peki sizce sağlığımız, güzelliğimiz, başarılarımız bu kadar kırılgan ve her hafta bir yenisi “akım” haline gelen rutinlere bu kadar pamuk ipliği ile bağlı olabilir mi? Kulağa kötü bir arkadaş tavsiyesi gibi gelse de - tüm bunları gerçekleştirmediğimizde, en kötü ne olabilir?
Tüm hayatımızı bu kontrol illüzyonu içinde geçirmemizi söyleyen ve bizi farkında olmadığımız ve normalleştirdiğimiz bir yetersizlik duygusuna sürükleyen dış ses kimin? Bizim iç sesimiz, en kaygısız ve en keyifli yerden konuştuğunda bize neler söylüyor?
Belki küçücük bir devrim olur ama birbirimizle sosyal medyada ya da günlük hayatta iletişim kurarken “-meli, -malı” ekleriyle hem cinslerimize zorundalıklar yüklemekten, birtakım standartları dayatmaktan vazgeçebiliriz. “-ebilmek” çok güzel bir ek. Birbirimize “istersen yapabilirsin, istersen dinlenebilirsin..” diyebilmek.
Bu dilsel fark, zihinsel dönüşümün de kapısını aralar. Böylece kendi iç sesimizi ve gerçek ihtiyaçlarımızı daha net duyabiliriz.
Dış sesin kurgusu ve dayattığı beyin yıkamalardan bir adım uzaklaştığımızda şunu fark edebiliriz: Gerçekten de zorunda değiliz. Zorunda olmadığımız gibi, olduğumuz haliyle zaten yeterliyiz!