30’lu yaşlarda hayatın tüm gerçekliği ile yüzleşmeye başlıyoruz. Bu çok büyük bir hayal kırıklığı; astronot olduğumuz günlerden gözümüzü ‘bir an’ açıyoruz ve hiçbir şey çocukluğumuzda bize söylendiği gibi olmamış.
Yüzleşme ne kadar sert olursa, insan o kadar derinden kırgınlık hissediyor. Yaşama katılmak zorlaşıyor.
İçinde bulunduğumuz koşulları kabul etmek, hayal kırıklıklarıyla yüzleşmek çok zor, biliyorum. Ama düştüğün yerden kurtarılmayı beklemek ya da küsmek, kalbinde ateşle doğan insana yakışmıyor.
30’lu yaşların bilgeliği, içinde bulunduğumuz koşulları kabullenip, kim olduğumuzu anlayıp, niteliklerimizi bilerek daha gerçekçi bir yerden ateşi canlı tutabilmeyi öğrenmekten geçiyor olabilir. Hayali değil, özü görmekten geçiyor olabilir.
Yaşamak bir meseledir. Tüm kırgınlıklara rağmen ateşi canlı tutabilme meselesidir.
Ateş, bizi her şeye rağmen ayakta tutan, yaşama sıkı sıkıya tutunmamızı sağlayan süper gücümüzdür. Daha gerçekçi bir yerden kendi süper gücümüze sımsıkı tutunabilir miyiz? Artık sertleşmeye başlamış bir hamura farklı çeşniler ekleyip onu şekillendirebilir ve pişmeye hazır hale getirebiliriz. Biz insanız, bizim için doğru olanı istediğimizde başarabiliriz.